Zaman ne çabuk geçiyor. Dün gibi hatırlıyorum, bir yarıştan dönerken (tabii ki Yiğit Top’la birlikte) sevgili Rıza Çukurova bizi otomobiline almıştı. Burak 12-13 yaşlarında bir çocuktu ve o da otomobildeydi. Şimdi bakıyorum da bugün yeni takımının lansmanı için bizleri ağırlıyor, üstelik 25 yıldır aktif olarak yarışıyor. Öncelikle şunu söylemek istiyorum, ismi BC Vision olan yeni takım gerçekten de adı gibi ilerici bir vizyona sahip gibi görünüyor. En azından ilk izlenimim bu yönde. O kadar titizler ki, daha şimdiden pilot ve co-pilotların sevdikleri müzikleri bile öğrenmişler, antrenman otomobillerinde o tarz CD’ler olacakmış. Bunun gibi ince düşünülmüş birçok detay var. Bir diğer hoşuma giden de genç pilotların mütevazılığı… Evet 25 yıldır yarışıyor ve 38 yaşında olabilir ama genç diyorum çünkü gençlik kimlik kağıdında yazan tarihle olmuyor.
Lansman toplantısında o kadar güzel hikayeler anlattı ki. Aslında yarış pilotlarının egosu yüksek olur ama genç pilotların mutlaka Avrupa’da yarışması gerektiğinden bahsederken, ilk yurt dışı deneyimlerinde kendini nasıl yavaş hissettiğini açık yüreklilikle anlattı. Biz alışmışız bu gibi toplantılarda ben şöyle giderim, böyle gazlarım diye havalarda uçan pilotlara, Burak’ın bu mütevazılığı çok hoşuma gitti. Ama bu demek değil ki, parkurda da mütevazı olacak. Hedef şampiyonluk, otomobil çok kuvvetli (Peugeot 208 R5). Tahmin ediyorum bu yıl Burak ile Orhan Avcıoğlu arasında geçecek. Bildiğim kadarıyla Murat Bostancı bu sezon yurt dışında olduğu gibi Türkiye’de de Fiesta R2T ile yarışacak. Bu anlamda, kendi grubu ya da iki çeker dışında şampiyon olma ihtimali yok. Yağız Avcı’nın durumu ise hala netleşmedi. Açıklamak istemediğim bir markayla imza aşamasına geldiğini biliyorum ama, bir türlü sonuçlanmadı. Umarım Yağız da rekabete dahil olur da Burak Çukurova, Orhan Avcıoğlu ve Yağız Avcı arasında iddialı bir rekabet yaşarız. Tabii Hakkı Ağaoğlu da var. Doğal yetenekli ve hızlı bir pilot ama henüz bu üçlüyle çekişecek seviyede olduğunu düşünmüyorum, biraz daha tecrübeye ihtiyacı var. Sonuç olarak BC Vision’a sporumuza hoşgeldin diyorum. Böyle yeni oluşumlar, sporun geleceğine olan inancımızı ve umutlarımızı artırıyor.
***
Sosyal medya pilotlarından bahsettiğim son yazım çok ses getirdi. Birçok yorum aldım. Fazla iyi niyetli olduğumu, bu sporun başından beri çok temiz olmadığını söyleyen de vardı, sonuna kadar hak veren de. Tabii yazdıklarımı beğenmeyenler de oldu şüphesiz. İsim vermeden eleştirdiklerim, yine sosyal medyada cevap da verdiler. Aslında hiç sevdiğim bir şey değil. Herhangi bir yayın organında bir köşe kapanlar, elalemle atışırlar ya, sinir olurum. Çünkü okuyucunun pek de umurunda değildir bu. O yüzden cevap vererek konuyu uzatmayacağım. Tek söylemek istediğim, sandıkları gibi bu sporda yeni değilim. İlk yarışımı 1989’da seyrettim, elbette o isimler benden çok daha eski, lafım yok ama ben de çıtır değilim. Rallikros parkurlarında kazık da çaktım, lastik de taşıdım, zaman da aldım, yarıştım da… Ama en önemlisi bu spor geniş kitlelere ulaşsın diye her zaman çalıştığım yayında geniş yer verdim ki, bu dergiler Otohaber, Autocar ve auto motor & sport gibi hep Türkiye’nin en çok okunan otomotiv yayınları olmuştur. Yeni olmadığım şuradan belli, beni ilk jenerasyondan Aytaç Kot da tanır, son jenerasyondan Emre Hasbay da. Şimdiye kadar hiçbir büyüğüme saygısızlık etmedim. Serdar Bostancı’dan Ercan Kazaz’a, Nejat Avcı’dan İskender Atakan’a, Volkan Işık’tan Serkan Yazıcı’ya kadar herkese sorabilirsiniz. Eğer Renç Koçibey gibi bir efsanenin yanına oturmuş birini eleştiriyorsam (ki bu beni çok üzdü) mutlaka haklılık payım vardır…
***
Neyse, bu konuyu kapatalım. Aslında bu köşede daha çok ralli ağırlıklı yazmaya niyetliyim. Çünkü hem bilgim daha çok, hem de daha fazla seviyorum ama arada sırada F1’den falan da bahsetmek lazım diye düşünüyorum. Geçenlerde, sezon açılıyor diye üşenmedim, pazar sabahı erkenden kalktım Avustralya GP’sini izlemek için. Keyifli bir yarış olabilirdi çünkü bu yıl Ferrari, Mercedes’e biraz yaklaşmış gibi görünüyor. Üstelik Renault da artık sadece motor tedarikçisi değil, takım olarak spora geri döndü. Özellikle Formula 1, tuttuğunuz bir takım varsa daha keyifli izleniyor. Ben de ezelden Renault’cu olduğum için zevk alırım diye düşünüyordum. Aslında yeni motorlardan hiç hoşlanmıyorum. 1.6 lt’lik V6 turbo motorlar, güç açısından olmasa bile ses açısından çok sıradan. F1 izleme keyfini çok törpülüyor. Yine de ümitliydim ki, yarışı Serhan Acar’ın değil Emre Tilev’in anlatacağını öğrendim. Sonuçta 20 dakika dayanabildim ve kanalı değiştirdim, hiç anlamadan Almanca seyrettim yarışı. Eskiden Türkiye’de de bazı yarışları sunardı. Volkan Avcı falan derdi, Volkan Işık’la Nejat Avcı’yı birleştirerek. Bir kere Antalya’daki bir yarışta Hamdi Ünal’a (Antalyalı’dır) “kendi şivenizle konuşun” gibi bir şeyler söylemişti. Hamdi ağabey de “biz de sizin gibi konuşuyoruz” diye terslemişti.
Neyse, seyrettiğim 20 dakikada DRS sistemi araca güç sağlardan tutun, Renault deyince akla Schumacher gelire kadar o kadar çok hata yaptı ki, dayanmak mümkün değildi. Evet, Schumacher Benetton-Renault ile bir kere şampiyon oldu ama Schumacher deyince akla Ferrari gelir Renault değil. Bir ara Mercedes’lere sürekli Williams dedi. Lastikleri sürekli karıştırdı. S yani soft (yumuşak) lastiğe sert dedi mesela. Kısacası yarış seyretme zevkimi bitirdi. Türkiye’de motorsporları spikeri denilince iki isim aklıma geliyor. Formula 1’i Serhan Acar, MotoGP, Dakar ve diğerlerini Yiğit Top anlatacak arkadaş, bunun kaçarı yok. Neyse umarım Dsmart hatasını anlamıştır. F1’in yayın haklarını alırlarsa, Serhan Acar’la anlaşmaları kaçınılmaz. Emre Tilev gibi bir hata makinesiyle olmaz bu işler.
***
Sezon yavaş yavaş açılıyor. Hatta ilk tırmanma yarışı yapıldı bile. Yani bundan sonra yazacak daha çok şeyimiz olacak. Ege Rallisi’ne iki hafta kaldı, çok sabırsızım. Sezonun ilk rallisinde görüşmek üzere…